Adana

Bu konuya buradan geldik.

Yazıları o yöreye ait bir şeylerle açayım bence, evet. Adana'nınki şu olsun:




Kalabalık bir ekiple, kalabalık bir programla, kısacık zamanlarla seyahat etmenin cilvelerinden biri, gittiğiniz yerin tadını çıkaramıyor oluşunuz. Hani bir yeri doya doya gezersiniz, havasını içinize çeker, sokaklarını içinize sindirirsiniz ya, heh, koşa koşa seyahat ederken küçük şeyler gözden kaçıyor. Adana'yı en son 2000'lerin başında görmüştüm. Kısacık zamanda gördüklerim, çok değiştiği, çok büyüdüğü, sıcağından ve muazzam mutfağından hiç ödün vermediği.

Herkesin Adanalı bir arkadaşı vardır. Adanalıdan arkadaş olmaz gerçi, dost olur. Hayat dolu, neşeli, eğlenceli, yemeyi ve gezmeyi seven, gönlü bol, ağzı kalabalık. Adanalı ortak tanıdıklarımız da var, hadi yine iyisiniz. Fatih Terim, Devlet Bahçeli, Yılmaz Güney, Şener Şen, Yusuf Halaçoğlu, Muzaffer İzgü, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, müzikten yürüyeceksek Barış Manço, Yaşar, Ferdi Tayfur, Hakkı Bulut, Haluk Levent, Atilla Taş, Erol Büyükburç, Faruk Tınaz, Murat Göğebakan, Murat Kekilli, Ümit Besen. Daha eskilere gidelim, Karacaoğlan, Adile Onbaşı (Kara Fatma). Basından da varmış epey, Ayşe Arman, rahmetli Cenk Koray, Mesut Mertcan, Savaş Ay, futbolculardan da Hasan Şaş mesela.

Adana'ya ait, düşüncesi bile kilo aldırabilecek bazı sırlar biliyorum... Fellah köftesi, analı kızlı, aman yarabbi börek çorbası (yüksük de diyorlar), topalak, aşlama, şalgam, karakuş...

Neyse, uçağımız sabahtan. İnmeden önce biraz ders çalıştım, ekibi nereye götüreyim, dostları ne ara görebilirim, eve dönerken ne götüreyim diye. Toplantıdan sonra boşuz, dönüş ertesi sabah, otel sanayiye yakın, şehre uzak-yemeğin nerede yeneceği belli oldu. Sanayi bölgesindeki yeme-içme mekanlarının ünü malum, bu da diğerlerinden aşağı kalmıyordu. Servis, masaya serilen kağıt üzerine pat pat bırakılan köz biber, domates, soğan ve maydonoz, bakır kupada açık ayran, yemeğimiz elbette bol yağlı bol acılı Adana kebap. Yağlı etle aramız limoni, ama bol limon ve ayranın kapatamayacağı bir durum değil. Nitekim yemek çok başarılı, üstüne tamamlayıcı/cila niyetine içtiğimiz çay zaten benim için öğünün en önemli yeri. Seyhan kıyısında bir yürüyüşle taçlandırıyoruz Adana'daki koşturmacalı günümüzü. Çarşıya uğramadan geçilmez, yanımda Adana'nın cevizli sucuğu olmzsa eve giremeyebilirim.

İş-güç bitince, eski dostlara doğru gideyim diyorum. Benim bildiğim bir Turgut Özal Bulvarı var, bir de Mahfesığmaz. On beş yıl oldu tabii, şehir çok büyümüş, çok değişimiş. Epey dışa doğru açıldık, bir ara muhteşem yön duygumla kesin kaybolduğuma inandım, ama sonuç, el açması baklava, birbirinin cümlelerini tamamlayan dünya tatlısı bir sohbet, çocukluk arkadaşları ve onların çocukları. Evde gibi hissediyorum kendimi, o kadar zor ayrılıyorum ki...

Ertesi sabah, kürkçü dükkanı, ardından yeni hikayeler.





Yorumlar