New Orleans






Hani ben her şehirden bir ev seçerim ya kendime, burada yaşasam bu evde oturmak isterdim diye? Heh, daha geniş bakalım, ABD'de yaşasam New Orleans açık ara yaşamak isteyeceğim yer olurdu.

 ABD'nin güneydoğu kıyısında, Louisiana eyaletinin en büyük kenti. Kentin havalimanı tarafındaki girişinde stadyum ve hemen sonrasında kentin eteklerindeki gettolar karşılıyor sizi. Otobüste etrafıma bakınca anlıyorum Katrina sonrası durumun vehametini - ya da belki ben gördüğüm yoksulluk, bezginlik ve öfkeli yüzleri kasırganın geride bıraktılarına bağlıyorum. Belki de normal bu hali. Yine de, içerilere girdikçe güzelleşiyor hayat. Hava sıcak, Mississippi'den dolayı epey nemli, insanlar iç kısımlarda her şeye rağmen güler yüzlü, güneş parlak, baktığımız her yer rengarenk, ve evet, yemekler nefis. Kentin sembolü, Da Vinci Şifresi ile çok daha popüler olan zambak, yani fleur de lis. Tabelalarda, peçetelerde, kapılarda, giysilerde, her yerde zambak ve NOLA (New Orleans, Louisiana) gözümüze çarpıyor. Takma adı, "big easy".


Fransızlar ve İspanyollar burada epeyce zaman geçirmiş. XIV. Louis kente adını vermiş, Napoleon da 1803'te satmış. Yine de Fransa bir marka olarak en güzel yerde kalmış : kalbi French Quarter denen yerde atıyor, binaların muhteşem güzellikteki ferforje işleri de French Lace (Fransız Danteli) olarak anılıyor. Sakinleri, Tulane öğrencileri hariç, Creole. Bu kelime, kolonileşme döneminde Avrupa'dan, ağırlıklı olarak Fransa ve İspanya'dan gelenlerin ve Afrikadan getirilip buraya yerleşenlerin burada doğan nesillerine verilen isim. Mutfaklarına ve dillerine de aynı isim veriliyor. Dilleri pek anlaşılır değilse de, yemekleri çok iyi. Uzun uzun anlatmayacağım, gumbo denen şeyi tadarsanız, beni anlarsınız. New Orleans'da, daha doğrusu güney Louisiana'da yaşayan yine Fransa-Kanada kökenli bir grup da Cajun'lar. Cajun mutfağı ise Creole mutfağına çok benziyor, ancak yağ konusunda daha cömert. Bu mutfaktan da jambalaya denemenizi öneririm.





 Kente geldiniz, otelinize yerleştiniz. Lobiden bir harita istediniz, ve kendinizi sokağa attınız. Hava aydınlıksa ve çok tenha değilse, mutlaka ara sokaklarda dolaşarak French Quarter'a çıkın. Kendinizi ara sokaklarda karşınıza çıkacak küçük sürprizlerden mahrum etmeyin. Quarter'a ulaştığınızda, Canal Street'i bulun ve aklınıza kazıyın. Bütün sokaklar buraya çıkacak. Bourbon Street'i de gözünüzde fazla büyütmeyin. Tabelası bile harap durumda, pek o New Orleans Jazz mabedi hali yok. Ama hayal kırıklığı mı? Kesinlikle hayır. Onlarca küçük harika ve sürprizli sokak var.


New Orleans Jazz demişken, 1920'lerde bu kentin cazın doğuşuna tanıklık ettiğini, müzik dünyasına Louis Armstrong gibi bir hediye verdiğini, Duke Ellington'ı büyüttüğünü söylemeden geçmeyeyim. St. Patrick's Day'e bir gün kala, Mardi Gras'ya bir ay sonra gittiğimiz için festival havasını yaşayamadık, ama bir gün mutlaka. Caz buralarda iz bırakıp Chicago ve New York'a yol alalı çok olmuş, ama burada öyle bir şey var ki, başka bir müzik dinlemek kabalık değilse de haksızlık gibi. Sakinleri de hakkını veriyor zaten.


Sokaklara daldıkça müziklerini sizinle paylaşan müzisyenler, ya da küçük orkestralar, falcılar, barlar, turistler, çeşmeler, çiçekler, rengarenk kapılar, pencereler, avlular, antikacılar...ve bir de köpekler - hiçbir şehirde görmediğim kadar çok köpek var, ve herkes onlara bayılıyor gibi. Her köşe başı, benim gibi bir kapı-pencere-avlu delisi için çok şey vadeden harika sokaklara ulaşıyor. İlk akşam, kuzenin bir arkadaşıyla buluşuyoruz. Her Çarşamba günü parkta toplanan kalabalığa karışıyoruz. Orkestralar geliyor, çocuğunu, bisikletini, kaykayını kapan, kravatını cebine koyan herkes gelmiş. Müzik güzel, hava güzel, sohbet güzel, yemekler güzel. Başka ne isteyebilirim ki? Deniz ürünü sevmem demiştim ya, istisnalar kaideyi bozmaz, burada yediğim istiridye ÇOK iyi. Ancak hava kararınca, benim gibi birinin pek de iyi bir seyahat arkadaşı olmayabileceği ortaya çıkıyor. Eğer geceleri de hayatın geri kalanından sayıp uykuyu hayattan çalmak gibi görenlerdenseniz, saat 22.00 itibariyle uykusu gelen, yüzü düşen, algısı zayıflayan biriyle New Orleans'a gitmeyin. Benden söylemesi. 





Gidecek olanlara not, 2013'teki caz festivali, 26 nisan-5 Mayıs 2013'te...

Bu seyahatin önceki etapları için buradan buyrun:
Fort Worth
Los Angeles
Başlangıç

Yorumlar